5 Aralık 2015 Cumartesi

Şu Çılgın Türkler -Kitap özeti

Kitap gerçekten dili ağır da olsa herkesin okuması gereken bir kitap. 
Yalnız lise öğrencilerine ödev olarak verilmesini hala yanlış buluyorum. 
Doğal olarak onlara sıkıcı geliyor. İş yerinde okurken "Hocammmmm! Sıkılmıyor musunuz okurken? Biz çok sıkıldık." diyorlardı. Haklılar. 
Askeri terimlerden, tüzük, tümen gibi kavramlardan anlamam. Kitabın savaş stratejileri ile ilgili notlarını anlamadan okudum diyebilirim. Ama yinede bilinmesi gereken bir kitap dedim okurken. Öğrencilerimin özet hali ilgilerini çeker diye, sorduklarında aklımda kalsın diye en ilgimi çeken noktaları not olarak düzenlemeye karar verdim. 19 Mayıs'a yetiştiremedim ama olsun. Sonunda bitti. 

Notlar Kitabın 328. baskısındandır. 

1 Batı'nın bizim için oyunları ve savaşı aşağılaması : 

Times gazetesi Türk çırpınışını şöyle açıklar:" Bütün cihanın kuvvetine karşı milli bir hareket yaratmak...Ne çocukça bir hayal!" 
Yazar Refik Halit Karay, Milli mücadelenin başlamasını alayla karşılar: 
- Kuzum Mustafa sen deli misin? 
(sayfa 20 328.baskı) 

2-  Malta 78 Türkün "Ermeni soykırımı" için esir tutulduğu anlar. 

Londra yakınlarındaki Churt'ta bulunan sayfiye evinin geniş bahçesinde Lyoyd George ile Lord Curzon da ağır ağır yürüyerek konuşuyorlardı. 
Lord Curzon: 
"...Bunun üzerine Washington elçiliğimize talimat vererek, Amerikan hükümetinin elinde, Türklerin Ermeni kıyımı yaptığına dair belge olup olmadığını öğrenmesini istedim.Amerikalılar ellerindeki bütün dosyaları incelememize açtılar." 
"Güzel" 
" Ama büyükelçiden gelen haber beni hayal kırıklığına uğrattı. 'Dosyalarda, Türkler aleyhinde kanıt olarak kullanılabilecek hiçbir belge olmadığını' bildiriyor. 
"Şu halde Malta'da bulunan hiçbir esir Türkü yargılamamız mümkün değil" 
"Evet. Başsavcılık da bu kanıda." 
"Öyleyse tümünü serbest bırakmamız gerekecek." 
"Hukuk açısında evet. Ama prestijimiz bakımından bunun doğru olmadığını düşünüyorum." 

3- İstanbul Ermenisi Pandikyan'ın yardımına ihtiyaç duyulur. Kendisi kaçırılır ve yardım istemeden önce kendisine şunlar denir: 
"...Sen de bizim gibi bu topraklarda doğdun, büyüdün, okudun.Ne Ermenisin diye aşağılandın ne de Hristiyansın diye eziyet gördün.Yüzyıllarca birlikte çaldık, oynadık, yedik, içtik, ağladık, güldük.Çünkü yurt kardeşiydik. Sonra aramıza birtakım entrikacılar , dünyayı yalnız kendilerinin sanan güçler ve satılık,kiralık, hayalci adamlar girdi. Acı olaylar oldu. Bu güne geldik. Bu yurdun hepimizin üzerinde hakkı var. Bu hak, bu yurdun insanına zerre kadar saygısı ve acıması olmayanlara hizmet edilerek mi ödenir. Vicdanını yokla ve cevap ver!" 

Pandikyan duygulanmıştır ve yardım eder. 

4- Yunanlılar


Bir an önce taarruza geçmek ve Türk ordusunu ezmek, halkı yıldırmak ve Serv Antlaşmasını kabul ettirmek istiyorlardı.Bu amaçlar Kürtleri ayaklandırmak ve Kemalistler'i arkadan vurmak için Bedirhan ailesinin reisi Emin Ali ve oğlu Celalettin'le de ilişki kurmuşlardı. (syfa 143) 

5-Savaşta demiryollarının önemi ve Teknolojinin önemi:


Lokomotif sayısı yetersiz, elimizde çalışan sadece 18 lokomotif var. 23 lokomotif daha lazım ama elde etme şansımız yok tabii. Bozulanların onarımı, yedek parça olmadığı için çok uzun sürüyor. Kömür yok, odun kullanıyoruz. Odun bulmak marifet. Vagonlar eski. Makinistlerin, hareket memurlarının çoğu Rum yada Ermeni. Bunlar ancak silah zoruyla veya bol para karşılığı çalışıyorlar. Bir gün bu gafilliğin neye mal olacağını düşünmeden , demiryollarını gözü kapalı yabancılara emanet etmişiz, onlar da tek Türk bile yetiştirmemişler. Bunlar hiç unutulmaması gereken hayati dersler! Şimdi demiryolları genel müdür Albay Behiç Bey'in açtığı kursta acele Türk makinistler ve görevliler yetiştirilmeye çalışılıyor. Uzun sözün kısası , demiryoluyla birlik nakledilmesi de sorunlu bir iş.( syf 171) 
*** 
Ordunun ihtiyacı olan herşey Ankara'dan Malıköy ve Polatlı'ya yollanıyordu. Batı Cephesinin günlük yiyecek ve yem ihtiyacı yaklaşık 250 tondu. Savaş başlayınca cepheye her gün 325 ton da cephane yetiştirmek gerekecekti. Demiryolu olmasaydı her gün 575 ton yem, yiyecek ve cephaneyi Ankara'daki 90 km. uzaktaki cepheye taşımak için binlerce araba gerekirdi. Demiryolunun önemini ve değerini hiç kimse, istiklal ordusu subayları kadar bilemezdi. (sayfa280) 

6- Savaştan kaçan askerler için Atatürk'ün sözlerinin olduğu kısım (Syf:216) 
Polatlı'ya çekilen gece karargahı , istasyon ile çevresindeki bir kaç Tatar evine, karanlık bir hana ve çadırlara yerleşmişti. Orduyu doyurmak, bakıma almak, yeniden düzenlemek için hiç durmadan çalışmak istiyordu. 
Atatürk İsmet paşa ile konuşmak için Polatlı'ya geldi. İsmet beyin küçük odasında durumu gözden geçirdiler. 
Sonuç belli olmuştu. Ordu 1.643 şehit,4.981 yaralı ve 374 esir vermiş, 18 top, 47 ağır, 34 hafif makinalı tüfek kaybetmişti. Elde yalnız 28.825 tüfek kalmıştı. 
Gerçek buydu 
"Kaçak sayısı?" 
"Tam sayı belli oldu. Şaşırmaya hazır ol: 30.809" 
"Neee?" 
"Üstelik bunların 30.122'si de tüfeği ile kaçmış. O yüzden elimizde az tüfek kaldı" 
"Ordunun yarısı bu!" 
"Ne yazık ki evet" 
Atatürk ayağa kalktı: 
"Anadolu'yu yüzlerce yıl, yalnız canına ve malına ihtiyacın olduğu zaman hatırlarsan, bunun dışına kaderine terk ve cehalete teslim edersen, sonuç tabii böyle olur. İnsanlarımızı okutmamış, bilinçlendirmemiş, kafalarını ve yüreklerini milli bir terbiyeden geçirmemişiz ki. Camii okullarında ve medreselerde, ne tarih,coğrafya dersi verilir, ne de vatan, millet nedir öğretilir. Bu yüzden 2 yıldan beri düşman kadar, cahil, gafil ve hainlerle de uğraşıyoruz. Komutanlar bu sefer çok dikkatli olsunlar, bozgunculara fırsat verilmesin." 


7- Yokluk içinde ordunun nasıl hazırlandığına dair notlar: 

... Bekleyen mektuplar dağıtılmış, Ankara'dan biraz çorap, çadır, çarık, postal ve çamaşır, pek az da olsa er üniforması gelmişti.Milli Savunma Bakanlığı'nın kurduğu küçük dikimevinde, dikişçi kadınlar beyaz amerikan bezini ceviz yaprakları ile kaynatıp rengini biraz koyultuyor, bu boyalı bezden üniforma dikiyorlardı. Renk biraz dalgalı oluyordu ama hiç yoktan iyiydi.(sayfa 238) 

8 Atatürk'ün içkisi ile ilgili

Ihlamur ve iğde kokan bir Çankaya akşamıydı. 
Mustafa Keman bazı arkadaşları ile oturuyordu. Ali Çavuş'a "Çocuk. Belki arkadaşlar bir şeyler içmek isterler. Sor bakalım." 
Topçu İhsan " Siz içmeyecek misiniz Paşam?" diye sordu. 
"Böyle günlerde içmem. Mazhar Müfit Bey bilir" (sayfa 240) 


9- Çılgınlığımızı gösteren ve beni en çok etkileyen savaş anısı: 


... Cephane ve silahların taşınması bitmek üzereydi.. Kaptan, Reis ve Subaylar keyif sigarası yaktıkları sırada Giresun Liman Reisliğinden gecikmiş bir telgraf geldi. Trabzon'dan alınan habere göre bir Yunan savaş gemisi, Trabzon'u bombalamış, batıya doğru hareket etmişti. 
Allah Kahretsin! 
Tarih, saat ve mesafeleri hesapladılar. Sonuç tatsızdı. Gemi iki saat sonra Ordu'da olabilirdi. 
Mahmut Kaptan yerinden hopladı. "Ulan ben bu gemiyi batırır, düşmana teslim etmem" diye kükredi. 
Genelkurmayın emri böyledi zaten. Hiç bir gemi düşmana teslim edilmeyecekti. Ama kaptanin yüzüne inanılmaz bir kararlılık yayılmıştı. 
"Ne oldu?" 
"Aklıma bir delilik geldi" 
"Ne?" 
Reise döndü: 
"Gerektiğinde gemi için kömür bulabilir miyiz?" 
"Fındık kabuğundan ala kömür olur mu?" 
"Makina yağı için..." 
"Fındık yağı ne güne duruyor" 
Kaptan subaylara bağırdı: 
"Yürüyün, gemiye gidiyoruz." 
Gemiden cephanelik boşaltıldı. Herkes toplanında Kaptan: 
"İki düşman gemisinin arasında sıkıştık. Komutanlığın emri bu gibi durumlarda geminin batırılıp düşmana teslim edilmemesidir. 
Ben diyorum ki,gemiyi öyle batıralım ki düşman çekip gidince suyunu boşaltıp tekrar yüzdürebilelim. Var mısınız? 
Ve gemi batırılır. Düşman anlamaz. Gemi tekrar çıkarılır.(Sayfa 325) 

10 -Dinle ilgili bölümler: 

İsmet Paşa'ya gece toplantısında haber gelir. 

"İzmir'den Afyon'a gelen Delibaş Mehmet çetesiyle birlikte dün Afyon'dan ayrılmış. Haberi yollayan arkadaşımız Konya'ya geçtiğini tahmin ediyor." 

İsmet Paşa hiç beklenmedik bir şey yaptı ve galiz bir asker küfürü savurdu, sonra da," Bu it yine dini alet edip bu cahilleri azdırmaya çalışacaktır" dedi.".. Valiye acele bilgi verin. Geri hizmetteki erlerden bir birlik kurup bu Yunan uşaklarını tepelesin". 
"Başüstüne" 
"Ben dindar bir aileden geliyorum. Dindar bir insanım. Dinimizin üzerinde çok düşünmüşümdür. Siz de dindarsınız. Elbette siz de dinimiz üzerine düşünmüşsünüzdür. Size ve kendime soruyorum: 
İslamlık, isteyenin istediği yere çekebileceği, hainlik içinde kullanılmaya elverişli, lastikli, her emele uydurulabilir bir din midir?" 
Yaşlı ve genç subaylar itiraz ettiler: 
"Hayır!" 
"Haklısınız. Ama genel duruma bir bakalım. Anadolu'daki bir çok din bilgini, müftü, imam, hoca bizi destekliyor. Ama buna karşılık Osmanlı Şeyhülislamı vatanı savunanların öldürülmesinin din görevi olduğu hakkında fetva verebildi. İstanbul'da pek çok din adamı, din bilgini var. 
Dinin siyasete alet edilmesinin en pis örneği olan bu fetvaya hiçbiri karşı çıkmadı., hepsi susarak destek verdi. Edirne müftüsü Hilmi Efendi Venizelos'un sağlığı için dua ediyor. Anzavur "Yunanlılar bizim dostumuzdur, padişahın emri ve rızası hilafına olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır" diyor. 
Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi gazetelere demeç verip, 'Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz' diyor. 
Bu nasıl iş? 
Dinimiz düşmana hizmet etmeyi, hainliği, işbirlikçiliği, sürünmeyi,sefilliği, geri kalmayı, esir olmayı, şerefsizliği caiz gören bir din midir? Hiç bir din caiz görmez. İslamiyet hiç görmez. 
Öyleyse bu yapılanlar, bu yaşadıklarımız ne? Nedir bu utanç verici olayların sebebi? 
Bunun bir açıklaması olması gerekir.Medreselerde milli duygudan, istiklal fikrinden, yurt sevgisinden yoksun yetiştirilmiş olmak mı, din eğitiminin yetersizliği mi,din eğitimi verenlerin cahilliği mi,din devleti olmanın etkisi mi,son yüz yıllık ezik Osmanlı ruhu mu, dini ortaçağ kafasıyla mı yorumlamak mı, yoksa başka bir şey mi? 
Ne? 
Hangisi? 
Neden bütün müslüman ülkeler geri, esir, sefil. 

Bunun sebebini saptamak, dinin vatan ve millet aleyhine çıkar için, ticaret için, siyaset için, karanlık emeller ve yanlış amaçlar için kullanılmasını , sömürülmesini önlemek, bunun için gerekeni yapmak zorundayız. Çünkü biz dindar bir milletiz. Din bizde her zaman etkili olacaktır. Yoksa bu acı olayları sürekli yaşayacağımızdan korkarım." (sayfa 331) 

*** 
Halide Edip Adıvar her gece olduğu gibi yine Atatürk ve arkadaşlarına rapor verirken: 
"Velihat abdulmecid efendi, İngiliz Yüksek Komiseriyle bir görüşme yapmış, Edinilen bilgiye göre 'Milliyetçilerin politikası deliliktir' demiş" 
M.Kemal Paşa yüzünü buruşturdu: 
"İstanbul'da böyle düşünenler az değil. Bu kafalar için akıllılık, büyük bir devletin sömürgesi yada uydusu olmak, onlarca yönetilmek, yönlendirilmek. Adamlarda istiklal anlayışı, milli bilinç ve onur yok. İnsan bu anlayışı, bu bilinci, bu onuru içgüdü gibi içinde bulmaz. Bunlar eğitimle ve düşünülerek kazanılır. Bunların eğitimde ve düşünce dünyalarında bu gibi kavramlar yer almıyor. Neyse. Devam edin hanımefendi." 
"Çetesiyle Konya'ya geçen Delibaş Mehmet adlı gerici eşkiya, dün gece Karaman'da adamları tarafından öldürülmüş" 
Hepsi doğruldu: 
"Oooooo" 
Kazım Paşa meraklanmıştı: 
"Niye öldürülmüş" 
"Din perdesi altında düşman hesabına çalıştığını anlamışlar" 
İsmet Paşa" Bu hain ve katil yobaz geçen yıl köy köy dolaşıp ' Yunan ordusu Halifenin emriyle geliyor, karşı durmayın' diye telkinde bulunuyordu. Yazık ki etkili de olmuştu. Bu kez yanındaki haydutları bile kandıramamış. Bu iyi bir gelişme." 
M.Kemal Paşa mendiliyle yüzünün terini aldı: 
"İleride halkımızın, bunca ibret verici tecrübeden sonra gerçek dindarlarla din tüccar ve aktörlerini birbirinden ayırt edebileceğini umarım. Yoksa hep böyle geri ve ezik kalırız"(Sayfa 411)

*** 
Mehmet Akif Bey cuma namazında cemaate seslenirken: 
"Ey Cemaat! 
Bugün dünyada milyonlarca müslüman var. Ne acıdır ki hiçbirinin istiklali yok. Yalnız bir istiklal sahibiydik. Ama biz de yüzyıllardır, elde ne varsa, yabancılara verip geri çekile çekile yaşıyorduk. 
Bunun sebebi dinimiz midir? Haşa.İslamiyet hayatı,aklı, mantığı, zamanın icaplarini reddetmez. İslamiyet dini, ölüler dini değildir. Ama batı dünyası ilim ve fende ilerlerken biz Müslümanlar ne yaptık? 
Herşeyi Allah'a havale ve emanet edip tembellik, cehalet ve bağnazlık içinde donup kaldık. Sonuç ortada: Dilenerek yaşayan hükümetler; harabeler, ekilmemiş tarlalar,yakılmış ormanlar, hastalıklar, hurafeler, üfürükler, yolsuz, okulsuz köyler, pis şehirler. Milletin hayrı için ne düşünsen "Olmaz!" diye dikilen ilimsiz hocalar. Her yeniliğe " Biz dedemizden böyle görmedik" diye karşı çıkan yobazlar. 
Milletlerin hayatında duraklamak bile ölmek demek iken, biz tamamen durmuşuz. Görünen köy klavuz istemez. Yaşadığımız, ilkel bir hayattır. 
Peki, batı ne halde? Gemileri denizleri aşıyor. şimendiferleri dünyayı geziyor,uçakları havalarda dolaşıyor, ilim adamları hayatlarını araştırmaya adamış, halk ise düzenli olarak çalışıyor ve okuyor. 
Durum bu 
Fakat kudretleri arttıkça hırsları da çoğalıyor. Asyayı Afrikayı bitirdiler şimdi sıra bize geldi. Sevr Anlaşmasını okumuşsanız da anlamışsınızdır ki bunların bizden istedikleri artık toprak moprak değil, bu defa canımızı, varlığımızı istiyorlar. (sayfa 522) 

11-O zamanlar ayaklarında çarık kağnı ile askere yem ve silah götürmeye çalışan kadınlarımız için notlar: Bunları okuyunca bu konuşmalar sizde belli konularda günümüz için çağrışım yapacaktır. :) 


Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey'în meclis konuşmasından: 
"Efendim ben bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Köylerimize gidin, 20 evli bir köyde ancak 3 erkek bulursunuz. Geri kalanı kadındır. Bunlar hayata katılır, vergi verirler.Yüksek Meclis bu insanlara da hakkını vermeli. Nahiye kurallarına artık kadınlarımızda üye olarak girebilmelidir"
Tunalı Hilmi Bey bağırdı: 
"Yaşa" 
H. Avni Bey devam etti: 
"Efendiler! Hissiyata kapılmayın. Köylerde erkek kalmadı.Bir kadın 3-4 eve bakıyor, aile reisi oldu. Artık kadınlarında seçme ve seçilme hakkını kabul etmek durumundayız" 
Biri haykırdı: 
"Feministliğini tebrik ederim" 
Avni bey: wow 
"İnsanlığımı tebrik ediniz" :wow: 
Sonra Tunalı Hilmi Bey söz aldı: 
"Şu kürsüden tüm Türklük ve Müslümanlık alemine akseden sesin sahibini tebrik ediyorum. Yeni doğmuş Azerbaycan'ın bile kadınların seçime katılmasını kabul etmesi bize en büyük ders olmalıdır" 
Konya Milletvekili Vehbi Çelik Hoca seslendi: 
"Bizim memlekete Bolşeviklik girmedi!" 
"Seçim hakkı Bolşeviklik değildir Hoca Efendi.erkeksiz köylerde kadınlar muhtarlık yapmıyor mu? Kadınların kadılık yapması, camilerde vaaz etmesi, cephanede savaşması caiz değil mi? Caiz." 

Konya Milletvekili Musa Kazım Onar kürsüye çıktı: 
"Erkeklerin seçim hakkını bile sağlayamadığımız bu zamanda , kadınların seçim hakkından bahsetmek deliliktir. Boşuna tartışıyoruz. Türk kadını seçim hakkı istemiyor. İstemez. Çünkü kadın ve erkeğin bir arada bulunması asla caiz değildir. Olamaz. Yapılan öneriyi şiddetle reddediyorum." 
Alkışlar yükseldi. 
Zamir Bey söylendi: 
"Bunların kafa saati ortaçağda durmuş. Bizi gerileten , sonunda çökerten işte bu gibi küçük kafalar. Böyle küçük kafalardan kurtulmazsak daha çok çekeriz."(sayfa 520) 


12 Atanın ekonomi üzerine sözleri. Aysun Kayacı aklıma geldi okurken :) 

Gazi M.Kemal Paşa meclis kürsüsüne çıktı. İç ve dış önemli sorunlara değindiği söyleminin ekonomi bölümüne geçince, sordu: 
"Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir?" 
Sesler yükseldi: 
"Köylüler" 
"Evet. Türkiye'nin hakiki sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür." 
Alkışlar patladı. 
"O halde herkesten daha çok refat ,saadet ve servete müstehak ve layık olan köylüdür. Bundan dolayı TBMM hükümetinin ekonomik siyaseti,bu temel amacı elde etmeye yöneliktir. 7 yüzyıldan beri cihanın çeşitli yanlarına yollayarak kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve emeklerini ellerinden alıp israf ettiğimiz, buna karşı daima aşağıladığımız ve küçümsediğimiz, bunda fedakarlik ve ihsanlarına karşı, nankörlük, küstahlık, cabbarlıkla uşak kanadına indirmek istediğimiz bu asıl sahibimizin huzurunda,bugün, tam bir saygıyla ve utanarak gerçek duruşumuzu alalım." (sayfa 536) 

13-Dünya'nın savaşa bakışı: 

Tunus'un Kairouan şehrinde Bouhdiba Efendi cuma namazından sonra hızla evine gitti. Koynundan İllustration dergisini çıkarıp sedirin üzerine koydu. Arkadaşının sözüne ettiği bu dergiyi bulmak için çok dolaştığından camiye geç kalmış,hutbenin ancak sonuna yetişebilmişti. Hutbenin sonunda Tunus Beyi, İslam Halifesi ve M.Kemal Paşa için dua edilmişti. Türklerin emperyalizme karşı silaha sarılmalarından beri ilk iki isme, Fransız sömürgesi Tunus'ta , M.Kemal Paşa'nın ismi de eklenmişti. Tüm Magrip'te halk ozanları M.Kemal için heyecanlı türküler yakıyorlardı. 
Dergiyi karıştırıp aradığı sayfayı buldu. M.Kemal Paşa'nın çok güzel bir resmi vardı. Resmi özenle kesti,odanın baş duvarında asılı küçük kilime iğneledi. Sevgiyle baktı. 
Ortadoğu'da Asya'da ve Afrika'da emperyalizmin kölesi, tutsağı,ucuz işçisi ve pazarı olan birçok mazlum millet bulunuyordu. Bu zavallı milletler ya içten çökertilerek, ya aldatılarak,ya işgal edilerek emperyalizmin eline düşmüşlerdi. 
Emperyalizmin ne olduğunu yavaş yavaş anlıyor ve uyanıyorlardı. Ama hiçbiri azimli ve güçlü değildi. Bu yüzden Türklerin verdiği Kurtuluş Savaşı'nı imrenerek izliyorlardı, M. Kemal Paşa'ya büyük saygı ve hayranlık duyuyorlardı. 
M.Kemal bütün Müslümanların ve sömürgelerin ortak kahramanı olmuştu.Onun için dua ediyorlardı. 
Hindistan'da Gandhi ve Muhammed Ali Cinnah'ta Anadolu'ya yardım kampanyası açmışlardı.(sayfa385) 

Ve sonuç:Önce Batı'nın morarması 
Türklerin kararlılığı Lloyd George'un tüm ümidini kırdı ve "Ne yapalım?" dedi."...yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir.Şu talihsizliğimize bakınız ki o büyük dahiyi yüzyılımızda Türk milleti yetiştirdi.Hiçbir çabamız sonuç vermedi. M. Kemal Paşa'ya yenildik".(sayfa 675) 

Ülkemizde ise: 

Cumhuriyetin devraldığı miras: 13 milyon nufus, ilkel bir tarım, sıfıra yakın sanayi, madenlerin çoğu,limanlar ve var olan demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde.153 ortaokul ve lise, sadece 1 üniversite var. 
Halkın sadece %7 'si okur-yazar, bu oran kadınlarda %1 bile değil. Ortaokullarda 543, liselerde sadece 230 kız öğrenci okuyor.Ekonomik bakımdan yarı sömürge.Kişi başına gelir 4 lira, kişi başına ortalama kamu harcamasi 50 krş. Altyapı her alanda yetersiz.Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde. Anadolu araştırmayan, nakilci ve yetersiz medreselerin elinde. Her yanında tarikatlar, tekkeler ve dergahlar. Yasalar çağın gereklerinin gerisinde. Kadinların ilke olarak toplumsal hayatları ve hiçbir hakları yok.Kadınlarında bir gün erkekler gibi doktor, mühendis, belediye başkanı, avukat, milletvekili, bakan olabileceklerini hayal etmek bile zor. Ne seçme hakları bulunuyor ne seçilme.Kısacası vatandaş sayılmıyorlar. 
Ülke neredeyse bütünüyle pek çok alanda ortaçağı yaşıyor.(sayfa 682) 


Gençlere Not:(Aslında hepimize not) İstiklal Savaşı,dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlardan biridir. Emperyalizmi ve yamaklarını dize getiren, bir enkazdan yepyeni , çağdaş devlet kurmayı başaran atalarınızla gurur duyun, şehit ve gazi atalarınızın onurunu yalancılara çiğnetmeyin.(sayfa 688) 

Gerçekten mücize yaratmışız. Uçakla ilgili kısımları bir ara mesaj eklerim. Çünkü önemli. O zamanlar uçak yönünden ileride olsaydık, bu kadar şehit vermeyecektik :( 
Bu kitabı okuyanlar savaş denilen şeyin sadece dövüş ve kan dökme olmadığını daha iyi anlayacaktır.

Bahar Doğan


 Seni tanıdığımdan beri bana bir kez kötüyüm dedin sonraki süreç de zaten iyiye gitmedi hiç...
o gün kanser olduğunu öğrenmiştin ve herkes gibi şok olmuştum. 45 yaş ve sonrası insanlarda ve kendi annemde babamda beklediğim kanser nasıl sigara kullanmayan alkol almayan ve boş vakitlerinde spor yapan genç birinde ortaya çıkardı. sonrası 9 ay malum. 9 boyunca tek söylediğim yalan sana herseyin güzel olacağı ve iyileşeceğindi. Bunu yazarken bile ağlıyorum. Şimdi düşününce insanın sabrını zorlayan nasıl bir 9 ay gecirdiğimizi daha iyi görüyorum.

 Mezarının başındaki halimi hiç unutmuyorum. Ne ağlaya ağlaya mezarının başında okuduğum duayı ve ne de çaresizliğimi unutabiliyorum. Mıh gibi kazındı o anlar aklıma. En çok kendime şaşırdığım nokta seni rüyalarımda gördüğüm anlar. Bilinçaltımda kabullenememişim ölümünü ki rüyamda senle sanki hic ölmemişsin gibi konusuyorum, halini hatrını soruyorum, kemo nasıl gecti diyorum. Düzeleceksin diyorum. Uyandığımda kendime şaşırıyorum.

 Senden sonra kendi adıma yazayım kendimi dünyaya kapamadım. Bunu buradan senle de itiraf edeyim. okuyan beni listesinden çıkarabilir. insanların yaptığı salaklıklara biraz tahammülsüz biri oldum diyebilirim Bahar'ım. Kendi hayatını harcamaya and içmiş gibi yaşayanları, absürt takıntılarıyla hayatını zehreden insanları ve en önemlisi  intihara meyilli insanları kendimden uzak tutmaya çalışıyorum. Hatta "intihar edicem ölüyorum" diyen insanlara dillendirmesem de içten içe "öl o zaman" diyesim de olmadı değil. senin gibi bir gün daha yaşamak için uğraş veren örnek varken bu anlattığım insanlara tahammül zor oluyor Baharım.

 Daha çok eğlenmeye ve gezmeye çalışıyorum. eğlence dediğime bakma. ağzımızın tadi kaçtı gidişinle. Tabi çok güzel anlarda seni tüm sevenlerın gibi hep akıldasın: "Ahh keşke Bahar da yaşasaydı ve bu anlarda yanımda olsaydı" diyorum herkes gibi. seni yadetmeden bu anları yaşamıyorum. Çünkü biliyorum ki sen hepimizin mutlu olmasını ve iyi yerlerde olmasını istiyordun. Bunu bilerek yaşıyorum ve  bugün için değil ama ağlamamaya çalışıyorum. Çünkü senin bunu da istemediğini biliyorum, sevenlerin de biliyor...

 Bu süreçte son olarak o değerli ailen, özellikle annen... Annen cidden tanıdığım en güçlü kadın. Bana bir anne daha kazandırdığın için sana ömür boyu minnettar olacağım ve mekanının cennet olması için duacın olacağım.


 Baharın ailesine ve sevenlere selamlar...